Sade yaşamak…
Bazen sadece bu iki kelime bile insanın içini ferahlatmaya yetiyor. O yoğun gündemlerin, karmakarışık ilişkilerin, kalabalık evlerin, dolup taşan alışveriş sepetlerinin arasında bir yerlerde, "az ama öz" yaşamayı düşlemek… İşte benim için sade yaşamak tam olarak bu. Ruhumu yoran her şeyden arınmak. Ve bunu sadece evimdeki eşyalara değil; hayatımın her alanına uygulamak.
Son yıllarda "minimalizm" kelimesi fazlaca popüler oldu. Minimalist yaşam tarzı, sade evler, az eşya, dinginlik, beyaz duvarlar… Instagram’daki filtreli görsellerin ötesinde, bu kavram benim için çok daha kişisel bir anlam taşıyor.
Sade yaşam, benim ağırlaşmamak için, kendi merkezimde kalmak için, neyi neden yaptığımı fark etmek için seçtiğim bir yol. Bu sadece dolapları boşaltmak değil, zihnimi ve kalbimi de sadeleştirmek demek.
Fazla Eşya = Fazla Zihinsel Yük
Bu yazıyı şu an nerede okuyorsun bilmiyorum ama kafanı kaldırıp bir etrafına bakmanı istiyorum. Ne görüyorsun? Eğer evindeysen, muhtemelen sana bakım yükü çıkaran birçok eşya göz göze geldi seninle. Biblolar, üst üste dizilmiş kitaplar, kutular, köşeye sıkıştırılmış sandalye, kullanmadığın ama atmaya da kıyamadığın aksesuarlar…
Sade yaşam demek, sıfır eşya, renksiz, neşesiz bir ortam demek değil. Bu benim de başta düştüğüm yanılgılardan biriydi. “Ya sonra pişman olursam?” diye düşündüm. Bu yüzden kendimce bir yöntem geliştirdim: Eşyaları hemen vermek yerine bir kutuya kaldırıp 3 ay boyunca bekletmeye karar verdim. Kullanmadığım ama atmaya da kıyamadığım her şeyi kutuya koydum. 3 ay sonra içini açtığımda fark ettim ki… hiçbirini özlememişim. Aklıma bile gelmemişler.
İşte bu bana çok şey öğretti. Eşyaların bana kattığı bir değer yoktu aslında, ben onlara anlam yüklüyordum. Kimi zaman nostaljiyle, kimi zaman güven duygusuyla… Ama fark ettim ki aslında bu güven duygusu da yanıltıcıydı. Evin dolu olması içimi doldurmuyordu. Aksine, gözümü yoruyor, zihnimi meşgul ediyordu.
Kutulama Yöntemi: Eşyayla Duygusal Bağı Test Etmek
Bu yöntem bana eşya bağımlılığıyla ilgili çok şey öğretti. O kutular sayesinde tüketim alışkanlıklarımı, başkalarına benzeme dürtümü, sosyal medya etkilerini fark ettim. İçimdeki "yeter ki eksik kalmayayım" hissinin beni ne kadar ele geçirdiğini gördüm.
Kendimize dürüst olalım: Evinizdeki o süs eşyası gerçekten sizin tarzınız mıydı, yoksa bir arkadaşınızda görüp hoşunuza mı gitmişti? O kahve fincanını gerçekten sevdiğiniz için mi aldınız, yoksa trend olduğu için mi? İşte sade yaşam tam da bu soruları sorma cesaretini gösterdiğiniz yerde başlıyor.
Sadeleşmenin Psikolojik Etkisi
Evin sadeleştikçe ben de sadeleştim. Temizliği kolaylaştı, düzen kurmak zor olmadı. En önemlisi: İçim ferahladı. Sabah gözlerimi açtığımda dağınık bir oda yerine huzurla dolu sade bir ortamla güne başlamak büyük bir değişim yaratıyor.
Annem geçenlerde telefonda “evin işleri hiç bitmiyor” dediğinde hafifçe gülümsedim. Çünkü onun evi âdeta bir depo gibi. Onca eşyanın yükü onu da tüketiyor. Ve bunu yıllarca normal sanmış. Oysa sade yaşadığınızda temizlik vakit almaz, işler gözünüzde büyümez, zamanınız size kalır.
Eşya Sayısı Azaldıkça Zaman Geri Geliyor
Sade yaşam sayesinde yalnızca evimi değil, zamanımı da sadeleştirdim. Temizlik yapmam 2 saatte değil, 30 dakikada bitiyor. Ne alacağım diye saatlerce düşünmüyorum. Gardırobumda ne varsa onu giyiyorum, her gün aynı soruyla boğuşmuyorum.
Sade yaşamak bir özgürlük aslında. Seçenekleri azaltmak, daha az şeyle daha çok mutluluk yaşamak. Ve bence bu, günümüzün bilgi, seçenek ve ürün kalabalığı arasında gerçek bir devrim.
Sadeleşme Yolculuğunda Sadece Eşyalar Yok
Yazının başında da söyledim: Sade yaşam sadece eşyalarla ilgili değil. Ben insan ilişkilerimi de sadeleştirdim. Beni tüketen, sürekli şikâyet eden, enerji düşüren kişilerden uzaklaştım. Harcamalarımı sadeleştirdim. Her güzel şeyin bana ait olması gerekmediğini fark ettim.
Yediklerimi bile sadeleştirdim. Karmaşık yemek planları, ölçüsüz alışverişler yerine, neyin bana iyi geldiğini dinleyerek hareket etmeye başladım. Hedeflerimi sadeleştirdim. Herkes gibi başarılı olma zorunluluğu hissini bıraktım.
Kendime dönmeye başladım.
Sade Yaşam: Bir Moda Değil, Bir İçsel Yolculuk
Sade yaşamak bir “trend” değil. Instagram'da sade yaşam paylaşıp sonra AVM turuna çıkmak değil. Bu gerçekten neye ihtiyacın olduğunu fark etmek. Sana yük olanları bırakmak. Ruhunu besleyen şeylerle bir hayat kurmak.
Sade yaşamak demek:
Evde sadece seni mutlu eden eşyalara yer açmak,
Sabah uyandığında ferah bir ortamla güne başlamak,
Para harcamadan da huzurlu hissedebilmek,
İlişkilerde koşulsuz değil, bilinçli bağlar kurmak,
Sürekli başarmaya çalışmak yerine, olanı takdir etmek,
Zihinsel olarak netleşmek ve odaklanmak,
Kalabalık yerine derinlik aramak demektir.
Bugün sade yaşamak isteyen biri olarak kendime şunu sordum:
Gerçekten ihtiyacım olan ne?
Ve bu sorunun cevabı artık daha net. Çünkü dışarının gürültüsünü susturdukça, içerinin sesi daha net duyuluyor.
Sade Yaşamın En Büyük Kazancı: Kendinle Temas
Sadeleşmenin en güzel yanı, eşyalarla değil kendinle bir bağ kurmaya başlaman. Kimi zaman yalnız kalmak, kimi zaman eksik hissetmek, kimi zaman sadece durmak… Bunları kötü saymamak. Hatta onlara alan açmak.
Sade yaşamak sayesinde şunu öğrendim: Kalabalıklar arasında kaybolmak yerine, azla derinleşmek mümkün. Her yeni eşya, ilişki ya da deneyim daha iyi hissettirmiyor. Bazen tam tersine; “az” olan “öz” oluyor.
Son Söz
Sade yaşıyorum çünkü:
Zamanım bana kalıyor.
Eşyalar değil, ben merkezdeyim.
Temizlik ve düzen zahmet değil, kolaylık.
Kendime alan yaratabiliyorum.
Ruhumun sesini duyabiliyorum.
Ve bu yolculuk hâlâ devam ediyor. Belki bir sonraki yazıda sade beslenmeden, ilişkilerde sadeleşmeden ya da dijital temizlikten bahsederim.
Ama şunu unutma: Her şey seninle başlar. Sen neye yer açarsan, hayatın sana onu getirir.
0 Comments