Düşünceler Gerçek Olur: Pierre Franckh ile Enerji ve Çekim Yasasını
Kullanarak Hayatını Şekillendir
Bir ampulun ışığı ile bir lazerin ışığı arasındaki en önemli fark, yayılmadadır; birinde fotonlar, her bir yöne uçuşur, diğerinde ise bir noktaya yoğunlaşır. Aynı bu şekilde, düşünce gücümüz de her zaman ve her yerde mevcut olan enerjiyi yönlendirir ve bu enerjinin belli bir biçimde sıkılaşmasını sağlar.
• Hiçbir şey bizim gördüğümüz gibi değildir.
• Madde enerjidir, enerjiden oluşur ve enerji sayesinde mevcut durumunu korur.
• Enerji yoksa madde yoktur.
• Her düşünce, saf enerjidir ve kendisi de enerjiye etki eder.
• Madde enerjidir, enerjiden oluşur ve enerji sayesinde mevcut durumunu korur.
• Enerji yoksa madde yoktur.
• Her düşünce, saf enerjidir ve kendisi de enerjiye etki eder.
Enerji, maddeyi oluşturuyorsa ve düşünceler saf enerji ise, çevremizde
sürekli bizim maddeleştirdiğimiz şeyler olmaktadır. Çünkü biz sürekli
düşünürüz. Yani isteklerimizi hayatımıza çekmek için şunları
yapmalıyız:
• Düşüncelerimizin gücünü kullanmak.
• Ne istiyorsak kendimizi buna uygun çekim gücüne yükseltmek.
....
Bunun için; iki yasadan faydalanabiliriz;
1.ENERJİYİ OLUŞTURMA YASASI:
Fizikte, bütün hayatımızın üzerine kurulu olduğu temel bir kanun vardır.
Daha önceden de bahsettiğimiz gibi, sabit her görüntü biçimi enerjiden
oluşur ve başka bir biçime dönüşebilir. Bu yasa ayrıca enerjinin hiçbir
zaman kaybolmadığını, sadece şekil değiştirebileceğini söyler. Enerji
değiştirilebilir, nakledilebilir ama hiçbir zaman yok edilemez.
Doğa filozofu Demokrit (M.Ö 460-371); Dünya’daki hiçbir şeyin gerçekten
kaybolmadığını, sadece değiştiğini keşfetmişti. Bugünün fizik bilgisi bu
teoriye dayanır.
Bizim konumuz olan “doğru istemek” açısından bunun anlamı nedir?
Madde, nasıl başka biçimlere veya bizim göremediğimiz bir enerjiye
değişebiliyorsa, önce görünmez olan bir enerji de maddeye dönüşebilir. Ve
formların bu değişimini etkileyebiliriz. Yeni formlar yaratan, sadece
enerjidir. Enerji, bilinçaltı sayesinde yönetilebilir ve muhafaza
edilebilir.
....
....
Ne düşünüyorsak o, maddeye dönüşür.
Bu imkansız gibi görünebilir. Tıpkı bir yıl içinde iki araba kazanmak,
hayatının aşkını bulmak, ideal işi, ideal evi veya sadece ikinci el bir
çamaşır makinesi bulmak gibi.
Zira her dilek, bir enerjidir. Dilek gönderilir ve dilek kendini
gerçekleştirmek ister, yani maddeye dönüşmek ister. Yayılan düşünceler ne
kadar yoğun ise, enerji o kadar güçlü olur. Ne kadar güçlü duygu
yüklenilirse, o kadar itici güç alırlar. Maalesef negatiflikler içinde bu
böyledir. Bizim ne düşündüğümüz, enerjinin umurunda değildir. Enerji iyi
ile kötü arasında ayırım yapmaz, ahlak nedir bilmez ve de yargılamaz. Neye
dönüştüğü umurunda değildir. Sadece biçim değiştirir.
....
....
Bu esnada şu temel yasaya uyar:
Enerji, daima dikkatimizi takip eder.
Mutsuz olduğumuzda, evrene çoğu zaman olumsuz düşünceler göndeririz. “Ben
çok mutsuzum”, “çok kötüyüm”, “acınacak durumdayım”, “hiç umut yok”. İşte
tüm bunlar, evren için yoğun etkili emir cümleleridir. Mutsuzluğumuz
güçlenecektir. Ama aynı prensip bizim lehimize de çalışabilir. Düşünce
enerjileri yayınlanır ve yoğunlaşır. Değişik enerjiler buluşur, insanlar
bunları yakalar, kendi fikirleri zanneder, bunlara eklemeler yapar,
üzerlerinde çalışır ve birdenbire arzu edilen partner veya çoktandır
istenilen bir eşya, kapının önüne gelir. Herşey enerjinin bir
biçimidir.
....
....
Tam olarak düşünürsek, dünyamızda herşeyden inanılmaz bir arz mevcuttur.
Bu, sadece bir dağıtım sorunudur. Herşey vardır. Herkes içindir. Bizim
içinde. Bu, sadece bir arz-talep meselesidir. Biz yoğun etkili bir biçimde
ne istersek, o bizim hayatımıza girecek şekilde dağıtılır ve yapılır.
Yokluklarla dolu bir hayat yaşıyorsak, bu yoklukları bilinçaltımız
tarafından biz istemişizdir. Biz bu yokluk içinde yaşarken, belki komşumuz
zengin bir hayat sürmektedir ve bu sadece onun hayatında zenginlik
istemesinden kaynaklanmaktadır. Her şeyden, çok miktarda mevcut olduğunu
ve bizim hayatımızın sadece bizim istediklerimizden oluştuğunu
anladığımızda, hayatımız tamamen değişecektir. Zira enerji, her biçimi
alabilir.
Her şey, fazlasıyla mevcuttur; sadece talebe göre dağıtılır.
Dilemek, devasa ve yoğun istek enerjileri ile çalışan bir değiş tokuş
borsasından başka bir şey değildir. Arayan bulur! Biz, enerji yayarız,
enerji alırız. Dünyamızı, kendi hayal dünyamıza göre kurarız. Biz
biçimlendiririz, yoğunlaştırırız, engel oluruz veya bozarız. Enerji, her
zaman mevcuttur ve onu, uygun bir biçimde kendimize çekeriz. Burada çekim
yasası devreye girer.
2. ÇEKİM YASASI:
“Benzer benzeri çeker” Buna karşılık, değişik olanlar birbirini iter.
Hatta benzer, benzeri ile güçlenir. Yani yoğunlaşır. Bunu, piyanodan da
biliriz. Bir tuşuna basıldığında, aynı akortlu telleri de titreşime
başlarken, başka bir frekansa ayarlanmış diğer teller hareketsiz kalır.
Düşüncelerimiz de belli bir frekansta titreşen enerjidir. Yani biz, her ne
düşünürsek, aynı titreşimleri harekete geçiririz.
Bu tabii tersine de işler. Orada, dışarıda düşüncelerimizle aynı frekans
da titreşen herşey, bizi de harekete geçirir. Düşüncelerimiz, kendine
benzeyenlerin hepsini kendine çeken, görünmez bir mıknatıs gibidir. Neden
zaten çok şeyi olanlara, daha çok şey gelir? Çünkü öyle düşünürler. Çünkü
düşünce dünyalarında başka birşey mevcut değildir. Çünkü zenginliğe ait
titreşimlerde yaşarlar.
....
....
Başarı, Başarıyı Çeker; Mutsuzluk Daha Çok Mutsuzluğu.
Eğer aşıksak, aşktaki mutluluğumuza paralel olarak, diğer herşey de
yolunda gider. Tabii zira dünyaya pozitif gözlerle bakarız. Pozitif
düşünceler, pozitif bir dünya yaratır. O zaman herşeyi becerebiliriz.
Kullandığımız cümleler artık: “çok mutluyum”, “bütün dünya elimin
altında”, “herşey yolunda” şeklindedir.
Ve Gerçektende, Dünya Elimizin Altındadır, Zira Evren, Tüm Bu Cümleleri
Yakalar Ve İşleme Sokar.
Ancak biz, fikrimizi değiştirdiğimiz anda ve aşkın artık bizi
kucaklamadığını hissedersek, dünyayı tenkit ederiz ve dilek cümlelerimiz
artık çok farklıdır: “O artık beni sevmiyor”, “Zaten beni kimse sevemez”,
“Güzel değilim”, “Kendimi küçük ve çirkin hissediyorum”, “Bütün dünya bana
karşı”. Ve bizim dilek cümlelerimizin değişmesine uygun olarak, kısa
zamanda, yaşananlar da değişecektir.
İnsan, kendi durumunu kendisinin yarattığını fark etmeden,
düşündüklerinin teyidini almaya başlar. Eğer bir gün boyunca kendi
kendimizi inceleyecek olursak, bu tür emir cümlelerini, içimizden devamlı
olarak söylediğimizi fark ederiz. Titreşim, titreşimdir ve bizim
düşüncelerimizle ve tavırlarımızla yoğunlaşır.
....
....
BİRAZDA BİYOLOJİ EKLEYELİM:
“Ben sadece gözümle gördüğüme inanırım”, “Enerji, titreşim…bana bunları
önce göstermen gerekir” Bu ve buna benzer cümleleri, kemikleşmiş
“realist”lerden sık sık duymaktayız. İşin esprisi, bir de bundan gurur
duymalarıdır. Bunun neden bir espri olduğunu ve ara sıra bu tür cümleler
kurduğumuzda, aklımıza bunları nasıl açıklayabileceğimizi bu biyoloji
gezimizde öğreneceğiz.
Temel olan, etrafımızdaki gerçekleri çok küçük bir parçasını duyu
organlarımız ile algılayabildiğimizdir.
Gözlerimizle, mevcut ışık yelpazesinin sadece yüzde sekizini
görebiliriz.
Gerçeği anlayamayız. Yani gerçeğin % 92’si bizim gözlerimizden
kaçmaktadır. Ve diğer duyu organlarımızda, durum daha da kötüdür. Bu %
92’nin mevcudiyetini bilmemize rağmen, bu hiç yokmuş gibi davranırız. Ve
bunu da sadece, idrak edemediğimizden yaparız. Ve idrakımıza, gerçeğin
aslından daha çok güveniriz.
Yani önce şunu bir tespit edelim: Bizim idrakımız, gerçeği algılamamız, o
kadar da gerçek değil. Bunu daha anlaşılabilir yapan bir hikaye de
mevcuttur:
Birkaç kör insan bir fili ellerler. Filin bacağını elleyen kör: “fil
yuvarlak ve serttir” derken, filin hortumunu elleyen bir diğeri “fil,
incedir ve sürekli oraya buraya uçar” der. Biz de aynen böyle, kendi
resmimizi çizeriz. Algılayabildiğimiz azıcık şeye eklemeler yaparak,
kendimiz bir resim yapar ve sonra da bunun gerçek olduğuna inanırız. Peki
bu resmi hangi kriterlere göre biçimlendiririz?
Şimdiye kadar öğrendiğimiz şeylere göre! Peki bizim en azından
duygularımız sayesinde anlayabildiğimiz şeylerde durum nedir?
Gerçekten algılayabildiğimiz “ufak bir miktar” olan yüzde sekiz ile ne
yapıyoruz? Bunun hepsini algılayabiliyor muyuz?
....
....
İdrak Edemediğimiz Şey, Bizim İçin Yoktur.
Gerçeğin % 8’i olsa bile, her gün milyonlarca çeşit etki altındayızdır;
Sesler, gürültüler, resimler, düşünceler, konuşmalar, müzik, şamata.
Tehlikeli durumlara, heyecanlara reaksiyon gösteririz; mektupları,
telefonları, e-postaları cevaplarız; kendimiz ve başkaları için kararlar
veririz; kitaplar, dergiler okur, reklam bombardımanına tutuluruz, hayal
kırıklıkları ve reddedilme durumları yaşar, diğer insanlarla iletişim
kurarız. Her gün bilgi üzerine bilgi işlenmek zorundadır. Aslında, ancak
çok azı hakkında gerçekten düşünürüz. Zira gerçekten düşünmek demek, bunun
için zaman ayırmak demektir. Ama zamanımızda çok sınırlıdır.
Bu sebeple de akıl, herşeyi işleyemez ve de işlemek istemez; bu durum da
zaten kapasitesini aşardı.
Akıl, bu yüzden de bazı şeylere kendisini kapatır. Kendini kapattığı
şeyler de genelde, zaten tanıdığı ve bildiği şeylerdir. Mesela daha sonra
sorulduğunda, bir otobüs durağında beklerken önünüzden kaç araba geçtiğini
kesinlikle söyleyemezsiniz. Zira bu durum, bununla ilgilenecek kadar
önemli değildir. Dikkatimizi gazeteye vermişizdir veya biraz sonra büroda
yapılacak toplantıyı düşünmekteyizdir.
Algılanabilir dünyanın sadece ufak bir parçasını bilinçli olarak
algılayabiliriz. Ve bu, bizim kendimiz için önemli ve doğru bulduğumuz
parçasıdır. Bilinçsiz olarak, saniyede tam 11.000 etki alır ve bunları
istemesek de beynimizde depolarız. Bilinçli olarak, saniyede dokuz kadar
etkiyi anlarız. Bunun anlamı, bilinçaltımızın, bizim haberimiz olmaksızın
sayısız şey depoladığıdır. Üzerimize akan etkilerin, bilinçli olarak,
sadece 1000/1 algılarız.
Tüm şeylerin 100/8’inin de 1000/1’ini bilinçli olarak algılar ve bunu,
her şeyi içeren gerçek olarak kabul ederiz.
Yani yaşadığımız gerçek bizi saran tüm hakikat ile mukayese edildiğinde,
kaybolacak kadar küçüktür. Dünyayı tüm büyüklüğü ile algılayamayız. Her
gün bilinçli ve çoğu zaman bilinçsiz olarak, algılarımızı neye
yönlendireceğimize karar veririz. Diğer şeyler, bizim için yoktur.
Peki biz, bize daha fazla olanak sağlayabilecek, daha renkli bir gerçek
içinde yaşamak, daha değişik görüşleri olan bir resim yapmak istersek ne
yapacağız? Hayatımıza başka bir realite davet etmek istersek ne
olacak?
İlk yapılacak şey, şimdiye kadar algıladıklarımızdan çok daha fazla şeyin
mevcut olduğu bilincine varmamızdır. Akıl, daha derin kademelerdeki
şeyleri, en az üç kere okuduktan veya duyduktan sonra algılar. Bu
aklımızın, ezberlediği düşünce kalıplarından kendisini kurtarmasına
yardımcı olur.
İkinci yapılacak şey, dikkatimizi, arzu ettiğimiz alanlara
yönlendirmektir. Yani, hayatımızda istediğimiz değişik ve yeni şeylerin
olabilmesi için, başka düşüncelerimize yoğunlaşmalıyız.
....
....
TİTREŞİM FREKANSINI YÜKSELTMEK:
Bu radyodaki bir kanalın değiştirilmesi gibidir. Olayları algıladığımız
frekansımızın düğmesini birazcık oynatırız.
Ama bunu nasıl yaparız? Mesela titreşimimizi güzel şeyler düşünerek, dua
okuyarak veya pozitif affirmasyon, olumlama cümlelerini tekrarlamak bile
düşünsel titreşimlerimizi, şimdiye kadar bilmediğimiz alanlara yükseltir
ve bu sayede dıştaki, görünür dünyada ulaşılması mümkün olmayacak gibi
görünen şeylerin hayatımıza girmesine olanak sağlar. Kendimizi, arzu
edilen frekansa açmadıkça, onu anlayamayız da. Onu ne duyar, ne
elleyebilir, ne de evimize davet edebiliriz. Doğru istemeyi arzu
ediyorsak, kendimizi yeniliklere açmalıyız, yoksa gerçekleştiğini de
anlayamayız.
....
....
Gerçek olan, bir şeyi yeterince uzun bir süre bilincimizde muhafaza
edersek, bunun dış dünyada da maddeleşmek zorunda olduğudur. Ancak ve
maalesef bilincimiz, muntazaman enerji yayan ter merci değildir. İçimizde
çok daha inatçı ve istekleri olan bir parçamız daha vardır;
BİLİNÇALTIMIZ.
Bilinçaltımız bir boykotçudur. Bu gerçeği şöyle açıklayalım: Eğer
dileklerimiz olmuyorsa, çoğu zaman birinci dilekten daha güçlü ikinci bir
inancımız vardır bu da bilinçaltımız da saklanmaktadır. Yani boykotçumuz.
Bu ikinci inanç, mutlaka birinciye karşı çalışır ve de daha sürekli, daha
büyük ve önemli bir azim ile. Dileğimizin gerçekleşmesi adına yaptığımız
çalışmamızı bir kere dikkatlice incelersek görürüz ki, günde 10 dakika bu
dileğimizle ilgilenmişizdir. Bu çalışmamızda dileğimize güç verir, belki
iç gözümüzle hayal bile ederiz, yani vizyonumuza dahil eder, ama sonra
tekrar gündelik yaşantımıza devam ederiz. Ama geriye kalan 23 saat 50
dakika bilinçaltı boykotçumuz bunun zaten olamayacağını, bunların zırva
olduğunu, aslında zaten bu dileğimizi karşılayacak şeylerin bizim hakkımız
olmadığına bizi inandırır. Zaten hep mağlup olmuşuzdur. Hep başkaları
mutludur.
Çoğu zaman, bilincimizdeki dileklerimizle bilinçaltımızdaki inançlarımız
çok çelişkilidir, birbirine benzemez ve hatta birbirine muhaliftir.
Dileğimizin gerçekleşmesine ramak kaldığında bile ne yapacağımızı
bilemeyiz ve bu şans kullanılamadan uzaklaşır. Bu durumda insan, kendisi
için çok yoğun bir biçimde birşey ister, ama içten içe bunu kabul etmeye
hazır değildir.
BEN DEĞİŞMEYE İSTEKLİYİM olumlaması bir kapı açar. Tüm gün bu olumlamayı
gözlerimizin görebileceği bir yere koymalıyız hatta zihnimizi bir askı
dolabı olarak düşünerek içerideki askılardan birine bu olumlamayı
asmalıyız. Aklımız daima buna takılı kalırsa değişim başlar.
....
....
Bu sırada önemli bir kaç etki vardır,
• Doğru formül “ben…im” prensibidir. Çok para istediğinizde, “ben zengin
olmak istiyorum” şeklindeki emir cümlesi kurmak çok yanlıştır. Doğru
formül şöyle olabilir: “Ben hayatımda zenginliğe hazırım”, “Ben zengin ve
mutluyum”,”benim için ayrılmış bir para zaten var ve hayatıma gelmek üzere
yolda”
• Doğru istemenin ve dilemenin turbosu Teşekkür etmektir. Dileğimizin
sonunda “Amin” veya “teşekkür” diyerek mühürler ve kapatırız.
• Her zaman, şimdiki zamanı kullanarak dileyin; gelecek zamanı değil.
Sanki isteğinizin şimdi size verilmiş olduğunu düşünerek hareket
edin.
• İsteklerinizi kağıda yazın, böylece isteğiniz güçlenir. Doğru formüller
“işim var”, “mutlu bir ilişkim var”, “ihtiyacım olan herşeye sahibim”,
“ben sağlıklıyım”.
olmalıdır.
olmalıdır.
• “Herşey benim iyiliği için olur” inancınızı kuvvetlendirerek içimizde
minnettarlıkla birleştirmek bizi başka mucizelere götürür.
• “Dilediğimiz her şeyin gerçekleşeceğini; bunun, bizim hakkımız ve hep
emrimize amade olduğunu biliriz” anlamını irdelemek ve unutmamak.
• “Şüphe” isteğin veya dileğin iptal edilmesi gibi birşeydir. Şüphe,
aksini istemek gibi bir şeydir. Şüphe zaten birşey olamayacağı bilgisini
yayınlar ve tüm siparişler iptal edilir.
• Doğru istemek konusunda başarılı olmanın çok önemli noktasından biri
isteğimiz gerçekleşene kadar hiç kimse ile bu konuda konuşmamaktır.
Gevezelikle enerji etkisini yitirir. Unutmayın tüm büyük fikirler,
ketumlukla oluşur.
• Tesadüflere daima açık olun, evren sevkiyatı süpriz yollarla gönderir.
Evren, isteğinizi gerçekleştirmek için her zaman en çabuk ve en kolay yolu
bulur.
• Sezgi, insanın kendisine izin vermesidir. Sezgilerinize güvenmeyi
öğrenmelisiniz. İlk anda garip veya komik geliyorsa bile içinizden gelen
ilk hareket veya karar daima doğru olandır. Tereddüt etmek enerjiyi
tüketir.
....
....
Son Olarak;
Gerçek, çoğu zaman, dış dünyada istenilen şeyin iç dünyamızda hissedilen
eksikliğidir.
Mesela dileğim, “Beni şartsız sevecek birini istiyorum” şeklindeyse,
bunun gerçekteki karşılığı, “Ben sevilmiyorum. Ben sevilmeye değer
değilim. Ben kendimi sevmiyorum”dur. Yani çoğu kişi, sadece kendisini
sevmediği için, kendisini şartsız sevecek birini ister.
Bu dileğin temeli aslında: “Aşkı kabul etmeye açığım ve hazırım” cümlesi
ile kapıyı açmaktır, sonra;
“Ben, olduğum gibi sevilmeye değerim. Tüm isteklerimi ve hatalarımı kabul ediyor ve kendimi, şimdi olduğum gibi kabul ediyorum. Ben kendime özgüyüm, güzelim ve her gün kendi sevgime biraz daha yaklaşıyorum. Kendime duyduğum sevgim nedeniyle, beni aynı kendimi gördüğüm gözlerle görecek bir insanı çekiyorum. Ben kendi sevgimi ve başka bir insanın sevgisini kendime çekmek konusunda açık ve hazırım. Engellerime ve blokajlarıma, bundan sonra izin vermiyorum ve sevgi, benim içimde rahatlıkla akabilir. Sevginin hayatımda meydana çıkmasına açık ve hazırım”
“Ben, olduğum gibi sevilmeye değerim. Tüm isteklerimi ve hatalarımı kabul ediyor ve kendimi, şimdi olduğum gibi kabul ediyorum. Ben kendime özgüyüm, güzelim ve her gün kendi sevgime biraz daha yaklaşıyorum. Kendime duyduğum sevgim nedeniyle, beni aynı kendimi gördüğüm gözlerle görecek bir insanı çekiyorum. Ben kendi sevgimi ve başka bir insanın sevgisini kendime çekmek konusunda açık ve hazırım. Engellerime ve blokajlarıma, bundan sonra izin vermiyorum ve sevgi, benim içimde rahatlıkla akabilir. Sevginin hayatımda meydana çıkmasına açık ve hazırım”
Bu bağlamda eğer kendimi kabul etmeden, beni sevecek birini isteyecek
olsaydım, bana sunulan sevgiyi kabullenemeyecek bir durumda olurdum. Ancak
içten hazır olursam, ihtiyacım olan şeylere izin verebilirim. O zaman
aramama gerek kalmaz ve bulurum. Zira hazır olursak, bizim ihtiyacımız
olan herşey bizi bulur.
Unutmayın, Evrenle iş birliği yapmak, kendi başımıza didişmekten çok daha
kolaydır. Doğru istemek bütün dünyamızı değiştirmekle kalmaz çünkü sonuçta
aradığımız aslında daima SEVGİ’dir. Bizi mutlu eden hep SEVGİ’dir.
Pierre Franckh
0 Comments