Eğer şu ana kadar isteklerimiz gerçekleşmediyse, en şiddetli
arzularımıza ulaşamadıysak; eğer hayatımıza hiç istemediğimiz şeyler
yaşadıysak, eğer mutsuzsak veya yenilgiye uğradıysak, bütün bunların
sebebini Rezonans Kanunu'nda bulabiliriz.
Pierre Franckh, bu kitabında Rezonans Kanununu kavrayıp onu nasıl
kullanacağımızı anlamaya başladığımız anda, hayatımızdaki her şeyin
mümkün olabileceğini anlatıyor. Yazar, hayatımızı kalbimizle
değiştirebileceğimizin de altını çiziyor.
Düşünce gücümüzle maddeye etki edebilir miyiz? Kim olmayı istiyorsun?
İsteklerimizi hangi yolla yayıyoruz? İdeal partneri yaşamımıza çekmemizi
sağlayan en uygun rezonans alanını nasıl oluştururuz? Rezonans alanı
yazılı ve görsel izlenimlere nasıl tepki verir?
Eğer istediğimiz sonuçları elde etmeye çalışıyorsak; düşüncelerimizi,
duygularımızı ve inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız.
Çünkü hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı
oluşturur ve biz isteklerimizi yönetebiliriz.İmkansız, sadece bizim
imkansız olduğunu düşündüğümüz şeydir.Belki de şu anda imkansız olduğunu
düşündüğün şey, işte bu sınırsız olanakların imkansız olmadığı fikridir.
Öyleyse bu senin şahsi kanaatindir. Bunun doğru ya da yanlış; iyi ya da
kötü bir tarafı yok. Bu senin, kendi kanaatindir ve yaşamın da bu
doğrultu da ilerleyip gelişecektir.Ama ya hayat görüşün ve inandıkların
yanlış bilgi ve olgulara dayanıyorsa?
En yeni bilimsel araştırmalar, duygu, düşünce ve inançlarımız sayesinde
olduğumuzu, hiçbir şüpheye yer bırakmazsızın ispatlıyor. Zira
duygularımızla desteklenmiş ve kaydedilmiş inançlarımız muazzam bir
rezonans alanı oluşturuyor. Ve bu rezonans alanındaki titreşimlerle uyum
içinde olan her şey, evet dünya üzerindeki her şey, bu titreşime ayak
uydurmak durumunda kalıyor.Demek ki asıl soru şu: Sen şu anda hangi
rezonans alanını oluşturuyorsun? Ve bu soruyla kendimizi konunun tam
ortasında buluyoruz.
Rezonans Nedir?
Resonantia = AkisRezonans = Eko, yankı, titreşim
Rezonans Kanunu, evrendeki her şeyin birbirleriyle titreşimler
aracılığı ile nasıl iletişim halinde olduğunu anlamamızı sağlar.
Vücudumuzun her bir organı ve hücresi de dahil olmak üzere dünyadaki
bütün nesnelerin ve canlıların kendilerine has bir titreşimleri vardır.
Bu, madde içinde böyledir. Maddenin titreşim enerjisini incelediğimizde
farklı objelerin genellikle farklı frekanslarda titreştiğini görürüz.
Bazıları da aynı ya da benzer frekansta titreşir.Bunu piyanodan da
biliriz; piyanonun herhangi bir tuşuna bastığımız zaman, bu tuşla uyumlu
olan diğer bütün teller de titremeye başlar. Notaların daha pes ya da
tiz olması, hiç önemli değildir. Uygun frekansta olmaları onların
titreşime geçmeleri için yeterlidir.Diğer insanlar, nesneler veya
olaylar, eğer bizimle aynı frekansta iseler, içimizde oluşturduğumuz
titreşim alanına karşı koyamazlar. Bizim titreşimlerimize tepkisiz
kalmaları mümkün değildir. Nasıl ki piyanonun basılan tuşuyla aynı
frekanstaki diğer teller bu tuşun hareket ile titreşmek durumunda
kalıyor ise, bizimle aynı frekanstaki insanların, nesnelerin ve
olayların da bizim titreşimlerimize katılmaktan başka seçeneği
yoktur.Peki ama diğer varlıkların bizim enerjimizle titreşime geçmesi
bize ne yarar sağlar?
Burada, Rezonans Kanununun şu temel kuralı devreye giriyor: BENZERLER
BİRBİRİNİ ÇEKERLER.Bizim titreşimlerimizle uyumlu olan her şey, karşı
koymaksızın bizim hayatımıza çekilecektir. Bu, bizim için her zaman
olumlu bir şey anlamına gelmez. Mesela titreşim bazen maddeyi tahrip
edecek kadar kuvvetli olabilir. Bir opera sanatçısı sadece sesinin gücü
ile bir bardağı çatlatabilir. Burada yaptığı şey enerjiyi boşluktan
bardağa iletmektir. Eğer bardağa iletilen enerji bardakla aynı titreşime
sahipse, yani bardağın moleküler yapısı ile aynı frekanstaysa, basınç
bardağı çatlatacak kadar büyük olabilir.Biz bir bardak gibi çatlamayız
tabii ki. Ama içimizdeki “negatif titreşim enerjisi” olarak
adlandırdığımız şey; bizde hoşlanmadığımız, huzursuzluk verici hislerin
uyanmasına, hatta belki sarsıcı olayların yaşamımıza çekilmesine sebep
olabilir.İşte bu yüzden, nasıl bir titreşim içinde olduğumuzun, bilerek
veya bilmeyerek hangi rezonans alanını oluşturduğumuzun farkına varmak,
bizim için çok mühimdir.
İsteklerimizi Hangi Yolla Yayıyoruz?
“Ön yargıları yıkma, atomu parçalamaktan daha zordur” Albert
Einstein
Kalp, ezelden beri sevginin en kuvvetli sembolü ve duygularımızın
merkezi olarak kabul edilirdi. Ama sonra tıp ve modern bilim ortaya
çıktı ve bize, kalbin sadece vücudumuzda kanın dolaşımını sağlayan bir
pompa olduğunu yutturmaya çalıştı. Biz “normal insanlar” ise, elimizde
halihazırda bunun aksini kanıtlayacak herhangi bir delilimiz
olmamasına rağmen, kalbimizin duygularımızın merkezi olduğu inancımızı
asla kaybetmedik.
1993 yılında duyguların insan vücudu üzerindeki hakimiyeti hakkında
bir araştırma yapılmak istenmiş ve bunun için duygularımızın
oluşumundan sorumlu olduğu düşünülen bölgeye, yani kalbimize
odaklanılmış. Oldukça çabuk bir biçimde, daha araştırmaların başında
herkesi hayrete düşüren bir şey tespit edildi ve bu buluşun neden daha
önce yapılmadığının şaşkınlığı yaşandı. Bu nefes kesici buluş; kalbin
muazzam büyük bir enerji alanıyla çevrili oluşuydu. Burada bahsedilen
alanının çapı yaklaşık iki buçuk metredir.Bir düşünün, kalbimiz beynimizin oluşturduğundan çok daha büyük bir
enerji alanı oluşturuyor.
Bilim şimdiye kadar beynin, sahip olduğu elektromanyetik nabızlarla en
büyük yayın alanına sahip olduğunu varsayıyordu. Ama şimdi bundan çok
daha büyük bir enerji alanı bulundu, insan vücudundan dışarı uzanacak
kadar kuvvetli bir enerji. Böylece ilk şaşkınlık atılmasıyla birlikte,
akıllara kalbimizin etrafındaki bu enerji alanın nasıl bir görevi olduğu
sorusu geldi.
Geldiğimiz noktada ulaştığımız bilgiler şaşırtıcı olduğu kadar
önemlidir de.Kalbimiz tarafından oluşturulan elektromanyetik alan
vücudumuzdaki organlarla iletişim halindedir. Hatta beyin ve kalbin
arasında bir bağlantının bulunduğu ve bu bağlantıyla kalbin beyne hangi
hormonları, endorfini ya da diğer kimyasalları salgılaması gerektiğini
bildirdiği kanıtlanabildi.Beynimiz bağımsız hareket etmiyor,
aktiviteleri için gerekli sinyalleri kalbimizden alıyor.
Hepsi bu kadar da değil! bilim adamları araştırmalarında kalbimizden
yayılan bu elektromanyetik alanın sadece duygularımız tarafından
oluşturulmadığını ve gücünü diğer önemli bir kaynaktan,
kanaatlerimizden; yani derin bir inançla bağlandığımız ve hayatımıza
doğrultusunda yön verdiğimiz düşüncelerimizden aldığını buldular.
Bütün duygu ve düşüncelerimiz kalbimizin enerjisinde bilgi olarak
bulunmakta ve vücudumuzdan yayılan en kuvvetli sinyal olarak sadece
beynimize ve organlarımıza değil, aynı zamanda dünyanın derinliklerine
doğru taşınmaktadır. Bu ezeli gerçeğin yansımalarını “kendini derin
bir inançla savunmak” “bir şeyi kalpten istemek” ve tabii “kalbinin
sesini dinlemek” gibi bazı deyimlerimizde görmek mümkündür.
Kalbimiz, inanç ve duygularımızı elektromanyetik titreşimlere ve
dalgalara dönüştüren bir tür aracı olarak hizmet eder. Ve bu
elektromanyetik dalgalar vücudumuzla sınırlı kalmaz, bütün çevremize
uzanır, bizi kuşatan her şeyle iletişim halindedir. Kalbimiz, bütün
inançlarımızı, geleceğe yönelik düşlerimizi ve duygularımızı başka bir
dile, titreşimlerin ve dalgaların kodlanmış diline çevirir ve bunları
evrene gönderir.İnançlarımız kalbimizin yaydığı elektromanyetik dalgalar
sayesinde fiziksel dünyayla etki alışverişinde bulunur.
Yayılan bu enerjinin ne denli büyük olduğunu HeartMath Enstitüsü’nün
yaptığı araştırmalar gözler önüne seriyor:Kalbin elektrik akımı (EKG),
beyinde oluşan elektrik akımından (EEG) altmış kez daha
kuvvetlidir.Kalbin manyetik alanı ise beyninkinden beş bin kez daha
kuvvetlidir.Demek ki kalbimizle, beynimizle yaydığımızdan çok daha fazla
enerji yayıyoruz.
Peki bunu bilmek, bizim için neden bu kadar önemli? Çok basit, çünkü bu
sayede, bazı dileklerimiz hemen gerçekleşirken, bazılarının
gösterdiğimiz tüm çabalara rağmen neden bir türlü tezahür etmediğini
anlıyoruz.İsteğimizin gerçekleşeceğine gerçekten inanmadan olumlama
(imgeleme) yaparsak ya da bir şeylerin hayalini kurarsak, sadece
beynimiz elektromanyetik dalgalar yayarken, duygularımızın gerçek
merkezi olan kalbimiz beş bin kat daha büyük bir kuvvetle, genellikle
tereddüt ve korku olan asıl inancımızı dünyaya yayar. Bunun sonucu
apaçık ortadadır; hayatımızda sadece kalbimizin derinliklerinde
gerçekleşeceğine inandığımız şey gerçekleşecektir.İnançlarımızı
duygularımızla desteklediğimiz zaman yaydığımız enerji çok daha büyük
olur. Ama üzgün, depresif ya da bitkinsek, istediğimiz şeyi
dileyebiliriz, bu durumda kalbimizden yaydığımız hüzünlü duygular,
mantığımızdan gelen isteklerden her zaman daha güçlü
olacaktır.
Peygamberler, günümüzün ve geçmişin dünyaca ünlü alimleri ve
bilgeleri ısrarla “Kalp gözüyle görmeyi” öğrenmemizi
söylerler.Kalbimizle Dünyayı Değiştirebiliriz.Tüm bu anlatılanlar,
sahip olduğumuz inançların evrene yollandığı ve Rezonans Kanununun
esaslarına göre evrende kendileriyle aynı titreşimdeki enerjileri
aradığı anlamına gelir.Benzerler birbirini çeker. Bizim enerjimizle rezonans içinde olan her şey hayatımızda tahakkuk
edecektir. Sözün özü; inandığımız her şey yaşamımızda
gerçekleşecektir.Bu nedenle, isterken dikkat edilmesi gereken en
önemli noktalar:Ne dilersen dile, bunu mantık seviyesinden kalp
seviyesine taşı,İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için, bunun mümkün
olduğuna kesinlikle inanmalıyız.İsteklerimizin gerçekleşebilmesi için
önce kendimizi mutlu bir ruh haline sokmalıyız.Öncelikle bilincimizi
hedefimize yönlendirmeliyiz ki, hayatımızda gerçekleştirmek
istediğimiz şeylerle etkileşime geçebilelim.
Hayatımızda sadece derinden inandığımız şeyler gerçekleşebilir. Bu en
başta kendi hakkımızdaki düşüncemiz için geçerlidir. Kendimizle ilgili
görüşlerimiz yaşayacaklarımızı belirler. Tabii ki bu, bir şeyleri
harekete geçirebilmek için gerekli olan güç ve kudrete sahip olabilmek
için, bu kudretin bize dışarıdan verilmediğini, içimizden husule
geldiğini anlamamız gerektiği anlamına da geliyor. Demek ki dış dünya,
her zaman bizim iç alemimizi yansıtır.
İnançlarımız Dış Alemimizi Değiştirmeyi Nasıl Başarıyor?
Son yıllarda modern bilimin tespitlerinde köklü değişiklikler oldu.
Değişim 1995 yılında Rus Bilim Akademisi’nden Vladimir Poponin ve Peter
Gariaev yönetimindeki araştırmalara başladı. Bu iki bilim adamının
deneylerinin sonuçları o kadar hayret vericiydi ki, bu deneyler
Amerika’da tekrar edildi ve sonuçta orada kamuoyuna duyuruldu.
Vladimir Poponin ve Peter Gariaev, “foton” adı verilen ışık
parçacıkları vasıtasıyla DNA’nın tutumunu incelemek istiyorlardı. Bu
test serisinde vakum oluşturmak için bir borunun içindeki tüm havayı
aldılar. Artık vakumda bile kesin bir hiçlik olmadığı biliniyor. Her
mekanda özel aletlerle oldukça isabetli ölçülebilen fotonlar (ışık
enerjisi) kalıyor. Böylece fotonlar borunun vakumunda oldukça düzensiz
bir şekilde dağıldı.
Bir sonraki adımda boruya insan DNA’sı verildi. Ve o anda çok şaşırtıcı
birşey oldu. Parçacıklar DNA’nın varlığında daha farklı sıralandı. DNA,
fotonlara direkt olarak etki ediyordu. Sanki görünmez bir güçle,
fotonları, boruda düzenli bir şekilde sıralamıştı. Artık bu deneyde
kesinleşen şey şuydu; İnsanın DNA’sı, fiziksel dünyaya direkt etki
ediyor.
Klasik fizikte, daha önce böyle birşey gözlemlenmemişti. Dahası, klasik
fiziğin alışılagelmiş mantığında, böyle bir şeye yer yoktu. Yani
fotonlar insanların açıklayamadığı bir tutum sergiliyordu. Aslında bu
yeteri kadar heyecan vericiydi, ama daha sonra olanlar tartışmasız bir
devrim niteliğindeydi…
Bilim adamları, DNA’yı borudan aldıkları zaman, fotonların düzenli
sıralarını bozup dağınık hallerine geri döneceklerini düşünmüştü. Ama
beklenenin tam tersi oldu! Fotonlar sanki DNA hala oradaymış gibi
düzenli sıralarında kaldı.Araştırmacılar deneyleri defalarca
tekrarladılar, varılan sonuç aynıydı; fiziksel olarak ayrılsalar bile
DNA ve fotonlar arasında hala bir bağ vardı.
Görünüşe göre, kuantum fiziğinin “kuantum alanı” dediği bir alan
aracılığıyla birbirleriyle bağlantılıydılar. Boşluk olarak tabir
ettiğimiz şey aslında hiç de “boş” değildir, bilakis içinde milyarlarca
verilerin dalgalar aracılığı ile hareket ettiği ve yayıldığı bir
alandır.Bu deney Rezonans Kanununu anlayabilmemiz için oldukça
aydınlatıcı olmuştur. Ayrıca bu enerji alanını ayrıcalıklı kılan ise;
tanıdığımız hiçbir enerji türüne benzememesidir.Sıkı dokunmuş bir ağ
gibi işlediği görülen enerji yüklü bu alan, iç ve dış alemimiz arasında
bir nevi köprü görevi görür.Tıpkı ses dalgalarının, havayı taşıyıcı
olarak kullandığı gibi, yaydığımız inanç ve düşünce gücü de dünyaya
taşınabilmek için bir aracıya ihtiyaç duyar.
Burada, kuantum alanı devreye girerek, bu aracılık görevini üslenir.Bu
enerji alanı, farkında olsak da olmasak da her şeyle ve herkesle
bağlantı içinde olmamızı mümkün kılar.Bu esnada “alıcının” bizden ne
kadar uzaklıkta olduğunun hiçbir rolü yoktur. Bu alıcı yan komşumuz da
olabilir, dünyanın öbür ucunda bulunan bir kişi de olabilir. Oluşturulan
ve yayılan rezonans alanı, her zaman doğru kişiye ulaşır. Böylece
istediğimiz hedefimizle aramızda, enerji yoluyla kesin ve aktif bir
bağlantı kurabileceksek eğer, neden en büyük arzularımızın gerçekleşmesi
için daha fazla bekleyelim ki?
Kuantum alanı sayesinde herşeyle ve herkesle hemen bağlantıya
geçebiliriz. Tek yapmamız gereken şey bunun için bir adım
atmaktır;Rezonans Kanunu, her zaman “evet” der.İnançlarını her zaman
doğru çıkarır.Sana karşı gelmez.Mesela, hayatının önemsiz olduğuna ve
hiçbir anlam taşımadığına mı inanıyorsun, bu inancın,
onaylanacaktır.
Gerçek, büyük bir aşkı hak ettiğine mi inanıyorsun, para, manevi ve
maddi zenginliği hak ettiğine; hayatının derin, her şeyi kuşatan bir
anlamı olduğuna mı inanıyorsun, bu inancın yaşamında
gerçekleşecektir.
Neye inandığın enerjinin umurunda değildir, inancın yüksek ahlaki
değerler taşıyabilir ya da çok kötü bir şey olabilir sana fayda
sağlayabilir ya da hayatını zorlaştırabilir, enerji işin ahlaki kısmıyla
ilgilenmez ve yargılamaz.Enerji daima senin yaydığın içtekiler
doğrultusunda çalışır.İç alemimizde sahip olduğumuz her şey, dış dünyada
da karşımıza çıkacaktır.Dünyada karşılaştığımız her şeyin bir kaynağı
vardır ve bu kaynak düşüncelerimizdedir. Eğer istediğimiz sonuçlara
ulaşmak istiyorsak, düşüncelerimizi kontrol etmeye başlamalıyız, çünkü
düşündüğümüz her şey bir rezonans alanı oluşturur.Uzun süreli ve sık
olarak düşündüğümüz, hissettiğimiz ve söylediğimiz her şey rezonans
alanımızı yoğunlaştırır. Bu yüzden kaybetmek hakkında her düşünce
kaybetmek, kazanmak hakkındaki her inanç da kazanma ihtimalini
kuvvetlendirir. Bu yüzden dış dünyada değiştirmek istediğimiz her şeyi
düşünce gücümüzle değiştirebiliriz.
İçindeki yaratıcılığı hatırla ve onu bilinçli olarak kendi iyiliğin
için ve diğer insanların iyiliği için kullan!
Arzularımız gerçekleşmek üzere bizi nasıl bulur?
Artık aydınlık getirmemiz gereken tek nokta, bizimle etkileşime geçen
enerjinin, bizi nasıl bulacağı konusudur. Sonuçta evrende milyarlarca
DNA var ve bunların her biri enerji alışverişinde bulunuyor. Peki, evren
arzularımızı, daha doğrusu arzulananı yolunu şaşırmadan bize nasıl
iletir?
Bir yandan sürekli “yayındayız”. Rezonans alanımızı durmaksızın pozitif
ve negatif düşüncelerimizle programlıyoruz. İstek ve amaçlarımızı
koruduğumuz sürece, korku ve endişelerimiz içinde aynı şey geçerli,
rezonans alanımız bizimle aynı titreşimde olanları bize
çeker.
Diğer yandan ise hepimiz “kod” olarak adlandırdığımız genetik bir
isme sahibiz. Kriminal teknik ve babalık testi ile ilintili olarak bu
kavramı daha önce duymuşsunuzdur. Her bir hücrenin DNA’sı da, aynı
parmak izi gibi, eşsizdir. DNA, başkalarıyla karıştırılması mümkün
olmayan genetik bir parmak izi bırakır. İşte bu enerji içinde
geçerlidir.
DNA’mızın enerji parmak izi , açık ve net bir adres bırakır. Titreşim o
kadar belirgindir ki, her zaman bizim için en uygun çözümü bulur.
Düşünce Gücümüzle Yeni Bir Gelecek Oluşturabilir Miyiz?
“Zaman hiç de göründüğü gibi değildir. Sadece bir yöne doğru hareket
etmez ve gelecek, geçmişle aynı zamanda mevcuttur.”Albert Einstein
Düşünce gücümüz sayesinde geleceğimizi etkileyebilir miyiz?
Kesinlikle evet! Bunu yapabiliriz, hem de tahmin ettiğimizden daha
fazla. Kuantum fizikçilerinin nefes kesici buluşları hayatımızı her an
tamamen değiştirebileceğimizi ve istediğimiz her şeyi
değiştirebileceğimizi, bize bir kez daha gösterdi.Bildiğimiz gibi
düşünce gücümüzle enerji yaymaktayız. Tabii ki sadece biz değil, diğer
bütün insanlarda aynı şekilde enerji gücü yaymakta. Aynı titreşimdeki
enerjiler birbirlerini çektikleri için tıpkı bizim diğer insanları ve
olayları kendimize çektiğimiz gibi başka insan ve olayların da bizi
çekiyor olması doğaldır. Buradaki tek koşul, iki enerjinin birbiriyle
uyumlu olması yani titreşimlerinin birbirine yakın olmasıdır.Bu arada
kuantum fiziği, kuantum dalgası denilen şeyin, örneğin; düşünce ve
inançlarımızın, sadece fiziksel olarak yayılmakla kalmayıp zaman içine
de yayıldığını bulmuştur. Yani inançlarımız sadece yer değil, zaman da
değiştiriyorlar (zaman dalgaları).
Demek ki “normal kuantum dalgası” diye adlandırdığımız, geçmişten
geleceğe giden kuantum dalagaları var. Bunun dışında, bir de “birleşik
karmaşık dalgalar” olarak adlandırdığımız gelecekten geçmişe yayılan
dalgalar vardır! Hayret verici değil mi? Ama gerçek. Geleceğe yayılan
dalgalar “teklif dalgası”, geçmişe geri dönen dalgalar ise “eko
dalgası” olarak adlandırılır.Eğer bu iki dalga karşılaşırsa, yani
gelecekten gelen bir eko dalgası, bizim yolladığımız bir teklif
dalgasına rastlarsa, bu durumda dalgalar birbirlerini modüle ederler
ve ikisinin ortak ürünü olarak ortaya “olay ihtimali” dediğimiz şey
çıkar.
Kuantum fiziğine göre “bir olayın gerçekleşmesi ihtimali, geçmişten
gelen teklif dalgası ile gelecekten gelen uygun bir eko dalgasının
buluşması sonucu ortaya çıkar”.
Bu şu anlama gelir : “Sadece geçmiş geleceği değil, aynı zamanda
gelecek de geçmişi etkiler”.
Aklımız bunu idrak etmekte biraz zorlanabilir, çünkü şimdiye kadar hep
zamanın geçmişten geleceğe, doğrusal bir biçimde ilerlediğini
düşünmüştük. Şimdiyse bunun tam tersinin de mümkün olması aklımız için
şaşırtıcı. Demek ki : Gelecek dışarıda bir yerlerde, çoktan beri mevcut.
Aksi halde geçmişe, yani bizim şimdiki zamanımıza, dalgalar yollaması
mümkün olmazdı. Senin geleceğin de şu an, şu saniye mevcut. Ama yine de
geleceğinin akışı önceden belirlenmemiş, zira geleceğin çeşitli
mahiyetlerini seçme imkanına sahibiz.Tabii ki bilincimiz, sadece bir tek
zaman algılıyor. Farklı bir şey tanımıyoruz. Bu şaşılacak bir şey değil,
sonuçta duyularımız çok sınırlı.Bütün ışık yelpazesinin sadece % 8′ini
algılayabiliyoruz. Geri kalan % 92′lik gerçeği, aynı şekilde bizi
çevrelemesine rağmen algılayamıyoruz. Aslında var olduğu halde tamamen
yok sayıyoruz.Ama yine de etrafımızda hiç tanımadığımız diğer enerji
titreşim, dalga ve bilgilerle çevrili.
Teklif dalgamız tüm geleceğimizi dolaşır. İster bir saniye sonrası,
ister bir ya da on yıl sonraki olaylar olsun, tüm olasılıklar tek tek
kontrol edilir. Bu aşamada kuantum fiziği şu fenomeni keşfetmiştir:
Gelecekteki olay, zaman açısından ne kadar yakındaysa, rezonans da o
kadar nettir.
Bu şu anlama gelir; “Gelecekte gözlediğim bir olay zaman açısından
bana ne kadar yakınsa, o olayın gerçekleşip gerçekleşmeyeceği kararı o
kadar kesindir.”
Yakın gelecekteki bütün olayları, bugünkü bilincimiz belirler.İşte bu
noktadan sonra “istemek” konusuna varıyoruz. Zira istemek birçok
ihtimalden birini yaşamımıza çekmekten başka bir şey değildir.Bir şey
istediğimizde, bu doğrultuda bir teklif dalgası yolluyoruz.Bu dalga,
bir eko dalgasıyla irtibata geçiyor.Bir gerçekleşme ihtimali meydana
getirebilirsek istediğimizin gerçekleşmesi için en uygun şartları
sağlamış oluyoruz.İç alemimizde sahip olduğumuz her şey, dış alemde de
karşımıza çıkacaktır.Zira dış dünya her zaman iç alemimizi
yansıtır.Ancak bilincimizi hedefe yönlendirirsek yaşamımızda sahip
olmak istediğimiz şeylerle etkileşime geçebiliriz.
Eğer istediğimiz sonuçlara istiyorsak; düşüncelerimizi, duygularımızı
ve inançlarımızı gözlemleyerek yönlendirmeye başlamalıyız, zira
hissettiğimiz ya da düşündüğümüz her şey, bir rezonans alanı
oluşturur.
Alıntı
0 Comments